12 Ekim 2009 Pazartesi

Baba ilgisi önemli


Sosyal Güvenlik Kurumu İl Başkanlığının düzenlediği eğitim seminerinde konuşan davranış bilimleri uzmanı Kunter Kurt, çocukların suçlu duruma düşmemeleri için babaların daha duyarlı olmalarını istedi. Kurumun konferans salonunda personel ve ailelerine yönelik olarak verilen seminerde davranış bilimleri uzmanı Kunter Kurt, öfke ve stres kontrolü, aile ve kurum içi sağlıklı iletişim gibi konularda bilgi verdi. Mersin E Tipi Cezaevinde görev yaptığı sırada çeşitli araştırmalar yaptığını belirten uzman Kurt, "Cezaevinde bulunan vatandaşlar üzerinde çeşitli araştırmalar yaptım.Bu araştırmalarda şunu gördüm, çocuklar suça babalarından dolayı bulaşıyorlar.

Sevgiyi de annelerinden öğreniyorlar. Silik, zayıf kişilikli, ilgisiz babaların çocukları suça eğilimli oluyor ve suça çok daha rahat bulaşabiliyorlar. Bu nedenle bütün babalardan çocukları ile daha fazla ilgilenmelerini istiyorum. Özellikle eşler arasındaki kavgaların çocuklara yansıtılmamasını istiyorum.Eşler için sıradan basit bir kavga çocukların ruhla yapısında çok şiddetli travmalara yol açabilir" dedi.

Albert Einştayn'ın ölümünden sonra beyninin incelendiğini ve normal insanların beyni gibi bulunduğunu belirten Kurt, şunları söyledi: "Önemli olan beynimizin tümünü kullanmaktır. İnsanlar beyinlerinin sağ ve sol loblarını aktif bir şekilde kullanamıyorlar. Ya sol beyin loblarını ya da sağ beyin loblarını kullanıyorlar. İkisini de daha aktif olarak kullanabilmek için her gün kullanmadığımız elimizle 10 dakika yazı yazalım şekiller çizelim. İlk sıralarda elbette bu şekiller ve yazılar çok anlamsız olacak.

Ancak zamanla da düzelecek. Bunu yaptığımız zamanda beynimizin her iki tarafını da aktif olarak kullanabilir hale gelecek ve verimliliğimiz artacaktır."

Kurt, insanın azmedeceği her şeyi yapabileceğini belirterek, seminer sırasında bir deneme yaptırdı.2 cm kalınlığındaki bir mermer parçasını bayan bir personele kırdırdı. Sosyal Güvenlik Kurumu il başkan vekili Abdülcelil İlbaş da yaptığı konuşmada halkla birebir ilişki içerisinde olan bir kurumun personelin olarak bu tür eğitimlere daha çok ihtiyaç duyduklarını ve kurum olarak bu eğitimleri planladıklarını söyledi.

Sağır ediyor


ABD'de kulak, burun, boğaz (KBB) uzmanları toplantısında gündeme gelen araştırma çerçevesinde, üstü açık arabayla saatte 80-112 kilometre hız yapıldığında, kulakların neredeyse beton kırma makinesinin çıkardığına yakın bir gürültü düzeyine maruz kaldığı belirtildi.

Kulakların, motor, yol, trafik ve rüzgar sesine uzun süre ya da tekrar eden şekilde maruz kalmasının kalıcı işitme kaybına neden olabileceği ifade edildi.

Araştırmacılar, üstü açık araba kullanan sürücülerin, motosiklet kullananlar gibi kulak tıkacına benzer koruyucular takması gerektiğine dikkati çekti.

Saatte 80-112 kilometre hızla gidildiğinde gürültünün 88-90 desibele ulaştığı, bunun da kalıcı işitme bozukluğuna neden olabilen 85 desibel sınırının üzerinde bulunduğu kaydedildi.

Uzmanlar ayrıca, duyma bozukluğunun yavaş yavaş oluştuğunu, etkilerinin yıllar sonra anlaşılabileceğini ve o zaman da "çok geç" olabileceğini belirtti.

Söz konusu araştırma Otolarengoloji (Kulak ve larenks hastalıklarını konu alan tıp dalı) dergisinde yayımlandı.

Yeni kafatası büyüdü


72 yaşındaki Gordon Moore, 50 yıl önce geçirdiği bir trafik kazasında kafatası ağır hasar gördü ve kafatasına metal bir plaka yerleştirildi.

Moore’un başındaki bir enfeksiyona cerrahi müdahalede bulunan doktorlar kazadan sonra başa yerleştirilen metal plakanın çıkardıklarında, altında kemiğin büyüdüğünü gördüler.

Bu durumun kemikleri gelişmekte olan bir çocukta görülmesinin o kadar sıradışı olmayacağı ama yetişkinlerde çok nadir görülen bir olay olduğu belirtildi.

Doktorlar özellikle büyüyen kemiğin kapladığı alan gözönüne alındığından bunun olağanüstü bir durum olduğunu söylediler.
Eski bir postane müdürü olan Moore 1955 yılında kullandığı arabasıyla takla atmıştı.

Bu kazadan üç yıl sonra geçirdiği ikinci bir trafik kazasında da kafasına yerleştirilen plaka eğrilmişti.

Büyüyen kafatası kemiğinin de metal plakadaki bu eğriliğin biçimini aldığı belirtildi.

Yağ zihni açıyor


ABD'de yapılan bir araştırma, yağın, zihni açtığını ve refleksleri güçlendirdiğini ortaya koydu.

Alman Bild gazetesinin haberine göre, ABD Silahlı Kuvvetleri'nin yaptığı bir araştırmaya göre, kötü namı olan yağ, özellikle reflekslerin hızlandırılmasına büyük katkı sağlıyor.

Araştırma için Kuzey Dakota Üniversitesi bilim adamlarının, eğitimdeki genç pilotları değişik diyetlere tabi tuttuğu ve sonuçta bu şaşırtıcı sonuca vardığı bildirildi.

En yağlı yiyeceklerle beslenen genç pilotların, sadece psikolojik testlerde en hızlı olmakla kalmayıp, aynı zamanda zor şartlar altındaki uçuşlarda en az hatayı yaptıkları belirlendi. Karbonhidrat ağırlıklı beslenen pilotların ikinci sırada yer aldıkları, protein ağırlıklı beslenenlerinse sonuncu olduğu görüldü.

Dayak gelişimi yavaşlatıyor


ABD'de yapılan bir araştırma, anne ve babalarından dayak yiyen çocukların ruhsal gelişiminin yavaşladığını ortaya koydu.

Alman Die Welt gazetesinin internet sitesinde yer alan araştırma sonuçlarına göre aile içinde dayağa maruz kalan ve şiddet gören çocukların zeka düzeyi de yaşıtlarına göre daha düşük seviyede kalıyor.

Amerikan New Hampshire Üniversitesi bilim adamlarının, sonuçlarını, San Diego kentinde şiddet ve travma üzerine düzenlenen uluslararası bir konferansta açıkladıkları araştırmaya göre, aile içinde şiddet gören çocukların zeka düzeyi yıllar sonra bile yaşıtlarına göre daha düşük oluyor. Yıllarca süren araştırmayı yapan ekibin başı Murray Straus, "Çocuklar ne kadar sık dövülürse ruhsal gelişimleri o kadar yavaş oluyor" dedi.

ABD'de yaşları 2 ile 4 ve 5 ile 9 arasında değişen iki ayrı grupta toplam 1500 çocukla yapılan araştırma çerçevesinde, her iki grupta da çocukların 4 yıl arayla 2 kez sınava tabi tutulduğu, yaşları daha küçük olan çocuklarda dayak yiyen ve yemeyenler arasındaki zeka farkının çok daha fazla olduğu belirlendi.

Araştırmada, anne ve babalarından dayak yiyen çocukların büyük strese girdiği ve aile içi şiddetin sürmesi durumunda bu stresin de kronik hale geldiği, çocuklarda yıllar boyunca etkisini gösterebilecek bu durumun, çocukların gelecekte yaşayacakları kötü olaylar karşısında daha abartılı tepki göstermelerine neden olduğu tespit edildi.

Dünya depresyonda


Dünya genelinde 450 milyonu aşkın insanın ruhsal sorunları bulunduğu, 20 milyonu aşkın kişinin de ruhsal sorunlar nedeniyle yardım arayışı içinde olduğu belirtildi.

DSÖ'nün öngörülerine göre depresyonun, 2020'de kadınlarda ve gelişmekte olan toplumlarda başta gelen yeti yitimine yol açan hastalık olacağı ifade edildi.


Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Şeref Özer, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, ruh sağlığının genel sağlıkla da bağlantılı olduğunu vurgulayarak, ruhsal hastalığı bulunan kişilerde, bedensel sağlığa yönelik olumsuz-zararlı davranışların artabileceğini, ruhsal sorunlar ile stresin diğer bazı bedensel hastalıklara zemin hazırlayabileceğini ya da var olan bedensel hastalıkların gidişini kötüleştireceğini belirtti.

HER DÖRT KİŞİDEN BİRİ DEPRESYONDA 


Ruhsal hastalıkların görülme sıklığının yüksek olduğunu ve yaygınlığının arttığını ifade eden Özer, şunları kaydetti:
''Yapılan çalışmalara göre, günümüzde insanların yüzde 25'i yaşamlarının bir döneminde ruhsal hastalıklardan etkilenmektedir. 75 yaşına gelmiş kişiler arasında herhangi bir ruh hastalığı yaşamış olanlar yarıdan daha fazladır (yüzde 50.8). Belli bir zaman diliminde nüfusun yüzde 10'unda ruhsal hastalık görüldüğü bildirilmektedir.


Bugün dünyada 450 milyonu aşkın insanın ruhsal sorunları bulunduğu, 20 milyonu aşkın kişinin de ruhsal sorunlar nedeniyle yardım arayışı içinde olduğu bilinmektedir. Birçok birey ruhsal davranışsal sorunları nedeniyle birinci basamakta yardım aramaktadır. Birinci basamak sağlık kuruluşlarına yaklaşık her dört kişiden birinin ruhsal sorunlar nedeniyle başvurduğu ve yeterli tedavi hizmeti alamadığı bilinmektedir. Ruh sağlığı sorunu bulunanların en az bir yakını olduğu düşünülürse ruh sağlığı sorununun toplumun önemli bir kesimini, hatta tamamını doğrudan ilgilendirdiğini söylemek abartı sayılmamalıdır.''
Özer, ruh sağlığı sorunlarının, kişinin kendinden beklenen iş, okul, ev, toplumsal roller ve kendine bakabilme işlevlerini giderek yitirip üretici niteliğini ve sosyalliğini kaybetmesi ve görevlerini aksatması anlamına gelen yeti yitimine yol açtığına işaret etti.

Temizlik yapayım derken...


Evlerde kullanılan sıvı temizlik malzemelerinin, çocuklar için çok büyük tehlike oluşturduğu bildirildi.

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Çocuk Cerrahisi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Burhan Aksu, evlerde kullanılan çamaşır suyu (sodyum hidroksit), tuz ruhu (hidroklorik asit), kezzap (nitrik asit) gibi temizlik malzemelerin, yürümeye yeni başlayan, emekleyen çocuklar tarafından 'su' diye içildiğini söyledi.


Aksu, yanlışlıkla içilen bu sıvı temizlik malzemelerin çocuklarda yemek borusu yanıkları ile mide delinmelerine neden olduğunu ifade etti.
Her ay yaklaşık 20 çocuğun, evlerde kullanılan sıvı temizlik malzemelerini içmesi sonucu hastaneye getirildiğini ifade eden Aksu, ''Ev temizliğinde kullanılan sıvı malzemelerin çocuklar tarafından yanlışlıkla içilmesi ciddi bir ev kazasıdır. Bu tür kazalar, ölümle sonuçlanabilir'' dedi.
Çocukların büyük ızdırap ve eziyet çekmesine yol açan bu ev kazalarının önlenebileceğini belirten Aksu, şöyle dedi:


''Bu temizlik maddeleri renksiz ve kokusuzlar. Renkli ve kokulu olsalar bile, kendine zarar verme bilinci gelişmediği için çocuklar bunu su diye içiyor. Bu nedenle sıvı temizlik malzemelerini bardak, plastik ve cam şişe içine ve kolay ulaşılabilir noktalara koymamalıyız. Bunları eve sokmazsak veya rafların en üst köşelerine koyarsak bunu ciddi anlamda engellemiş oluruz.


Diğer taraftan bu temizlik malzemelerinin evlerde kullanımı bazı ülkelerde yasaklanmış durumda. Bu malzemeler bizim ülkemizde de kolay ulaşabilir malzeme olmamalı. Yasa ile bu engellenebilir. Kısaca, temizlik malzemesi veya lavabo açıcı olarak kullanılan bu malzemelerin, ev için üretimi engellenirse, çocukların sakat kalmalarını ve ölmelerini engellemiş oluruz.''

AA

Her 3 kadından 1'i şişman


Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Türkçapar, Türkiye'de kadınların yüzde 35'inin ve erkeklerin de 4'te birinin şişman olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Türkçapar, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinin ev sahipliğinde düzenlenen ''Laparoskopik Reflü ve Obezite Cerrahisi'' konulu toplantıda yaptığı konuşmada, ''Yeni kuşak çok şişman, bu da Türkiye için bir risk'' dedi.

Şişmanlığın birçok sağlık sorununu beraberinde getirdiğine dikkati çeken Prof. Dr. Türkçapar, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Türkiye'de kadınların yüzde 35'i, erkeklerin ise 4'te biri şişman. Şişmanlar yüksek tansiyon, şeker, kalp problemleri nedeniyle erken ölüyor. Yani şişmanlık da ciddi bir sağlık sorunu. Şişmanlık cerrahisi, ABD'de şu anda en fazla yapılan ikinci ameliyat. Ama Türkiye'de henüz öyle bir şey yok.''

Türkiye'de mideye kelepçe uygulaması yapıldığını belirten Prof. Dr. Türçapar, ''Şimdi mideye bypass uygulaması da var, mideyi küçültüyoruz, kelepçe uygulamasından daha etkili. Hasta çabuk doyuyor, dolayısıyla da az yiyor'' diye konuştu.
AA

15 günde kekemeliğe son


Korku, stres, travma gibi nedenlerden kaynaklanan ve kişiyi hayatı boyunca olumsuz etkileyen konuşma bozukluklarının Kocaeli'de yeni hizmete açılan bir merkezde 15 günlük bir eğitimle giderildiği bildirildi.

Merkezin Eğitim Koordinatörü Nihat Meriç, konuşma bozukluğunun çeşitli nedenlere bağlı olarak küçük yaşlardan itibaren başladığını söyledi.
Konuşma bozukluğunun, kekemelik, sessiz harflerin yer değiştirmesi, tutukluluk ve aşırı hızlı konuşma gibi türlerinin bulunduğunu ifade eden Meriç, bu sorunun kişiye yaşamı boyunca önemli sıkıntılar yarattığını hatırlattı.


Kocaeli dışında Bursa ve Konya'da da hizmet verdiklerini belirten Meriç, şunları söyledi:


''Merkezimize konuşma bozukluğu nedeniyle başvuranlara öncelikle mülakat yapıyor ve bozukluğun türü ve derecesini belirliyoruz. Daha sonra 'arınma dönemi' dediğimiz süreçte kişi, 7 gün boyunca hiç konuşmuyor, bilinçaltını temizliyor. Bu süre içinde kişiye 'kekemelodi' adı verilen yazılım programını uyguluyoruz. Bu programda kişiye konuşma örnekleri izletiyoruz, nefes, diyafram çalışması yaptırıyoruz.


Akort dönemi olan ikinci süreçte diksiyon, hız ve konuşma ayarı yaparak kişiye öz güven kazandırıyoruz. Senfoni, ahenk ve tempo süreçleri sonunda eğitim tamamlanmış oluyor.''


Kekemelik ve diğer konuşma bozukluklarını 15 gün içinde düzeltebildiklerini öne süren Meriç, kendilerine yurt dışından da başvuru yapıldığını, Viyana'da da bir şube açmayı planladıklarını söyledi.

Eş dost Alzheimer'ı önlüyor


Alzheimer Derneği İzmir Şube Başkanı Uzm. Dr. Aysel Gürsoy, sağlıklı beslenme, egzersizler, beyni çalıştırma, eş dost ilişkilerinin, Alzheimer hastalığına yakalanmanın önüne geçen sebepler olduğunu söyledi.

Nöroloji Uzmanı Gürsoy yaptığı açıklamada, Alzheimerin ileri yaş hastalığı olarak bilindiğini, ancak her ileri yaştaki kişinin bu rahatsızlığa yakalanmayacağını ifade etti.


Gürsoy, 60-65 yaşından sonra unutkanlık, bellek bozukluğu, yakın tarihteki olayları hatırlayamama, her gün yaptığı işlerde kayıp, eşyaları bulamama, huy değişikliği, ihmal gibi bulgularla karşılaşıldığı zaman bu rahatsızlığın Alzheimer olup olmadığı yönünde bir hekime başvurulması gerektiğini bildirdi.


Alzheimer hastalığında erken tanı, tedavi, ilaçlara hemen başlanılmasının, kişinin sosyal hayatının düzenlenmesi açısından büyük önem taşıdığını vurgulayan Gürsoy, dünyada 25 milyon civarında, Türkiye'de ise 250-300 bin Alzheimer hastası olduğunu söyledi.

Alzheimere Yakalanmamak İçin


''Sağlıklı beslenmek, Akdeniz mutfağı, taze sebze meyve tüketimi, egzersizler, beyni çalıştırmanın yanında, eş dost ilişkileri kurmaya çalışmak da Alzheimere yakalanmanın önüne geçiyor'' diyen Gürsoy, Alzheimere yakalanmamak için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:


''Alzheimere yakalanmamak için, sağlıklı beslenme ilkelerinin uygulanması çok önemlidir. Akdeniz mutfağı, taze sebze meyve tüketimi Alzheimeri önlüyor, bu rahatsızlığa yakalanmanın önüne geçiyor. Ama öncelikle üzerinde durulması gereken konu, hareketli olmak, egzersizleri günlük hayata sokmak, sosyal hayatın içinde olmak, emeklilik sonrası üretkenliği sürdürmeye çalışmak, eş dost ilişkilerini kurmaya çalışmak, yeni şeyler öğrenmek, bildiklerini öğretmektir. Yani beynimiz de akü gibi kullanıldığında kendini şarj ediyor. Birtakım şeylerden emekli olduk, yaşlandık diye vazgeçersek, enerji kullanımında çok tasarruflu olan beyin hücreleri, vücudun enerjisini boşa kullanmamak için şalteri indiriyor. O nedenle beyni sürekli çalıştırmak gerekiyor.''